Emek isim ne demek ?

Ilay

New member
“Emek isim” ne demek? Sadece bir kelime değil, vicdanımızın turnusol kâğıdı

Sert gireceğim: “Emek” sözcüğünü isim diye ağzımıza alıp duruyoruz ama çoğu zaman onun içini boşaltıyoruz. Emek, forumda tartışıp geçeceğimiz bir etiket değil; onunla apartmanımıza, çocuğumuza, partimize, kampanyamıza “ad” koyarken aslında kendimize ayna tutuyoruz. “Emek isim” derken sorulması gereken şey tam da bu: Hangi eylemi, hangi hiyerarşiyi, hangi adaletsizliği görünmez kılıyoruz; hangi direnci, hangi onur duygusunu görünür kılıyoruz? Bugün burada rahat cümleler kurmayacağım; çünkü “emek” rahatlıktan doğmaz, bedelden doğar.

Dil mi belirler hayatı, hayat mı dili? “Emek”in semantik kavgası

“Emek” dediğimizde kulağımıza önce ter, alın yazısı, çile gelir. Ama bu çoğu zaman romantikleştirilmiş bir tablo. “Emek isim ne demek?” sorusu, aslında “Bu sözcüğü ağız tadıyla kullanmayı hak ediyor muyuz?” sorusudur. Bir işyerine “Emek Lokantası” adını vermek, mutfaktaki görünmeyen kadın emeğini mi onurlandırır, yoksa düşük ücretleri “aile gibi ortam” masalına sarıp sarmalayarak mı perdeler? Bir siyasal hareket kendine “emek” demeyi seçtiğinde, gerçekten emeğin örgütlenmesine mi kapı açar, yoksa sözcüğü bir pazarlama balonu gibi mi şişirir?

“Emek”i isim yapanın, sözlük değil, toplumsal pratik olduğunu kabul etmek zorundayız. Eğer bir isim sömürüyü gizliyorsa, o isim kirlenmiştir. Eğer bir isim, görünmeyen katkıları görünür kılıyorsa, işte o zaman isim değil, eylemdir.

Evrensel duygudan yerel pratiğe: “Emek”in yüklerini kim taşıyor?

Küresel düzeyde emek denince akla işçi sınıfı, sendikalar, hak mücadeleleri geliyor. Yerelde ise daha karmaşık: Aile işletmeleri, kayıt dışı çalışma, hemşehrilik ağları, “biz bize” dayanışması… “Emek isim” burada iki uç arasında gidip geliyor: Bir yanda evrensel bir adalet çağrısı; diğer yanda çoğu zaman akrabalık ilişkileriyle yağlanan ama hakkaniyeti bozan yerel düzenler.

Mesela Türkiye’de “emek” dendiğinde, ev içi bakımın görünmezliği hâlâ dev gibi duruyor. Bir dükkâna “Emek” adını koymak kolay; o dükkânda çalışan kadınların mesai sonrası ikinci vardiya olarak üstlendiği ev içi emeği konuşmak zor. “Emek isim” bu yüzden duvar tabelası değil; kasadaki, mutfaktaki, atölyedeki, bakım odasındaki hakikati tartmanın mihenk taşı.

Cinsiyetli bakışın terazisi: Strateji mi, empati mi? İkisi de!

Erkeklerin stratejik ve problem çözme odaklı yaklaşımı bu tartışmada işe yarar: “Emek ismi kullanılıyorsa, hangi somut sorun çözülüyor? Ücret, güvenlik, örgütlülük, söz hakkı artıyor mu?” diye sorar. Bu sorular olmadan “emek” sadece slogan olur.

Kadınların empatik ve insan odaklı yaklaşımı ise “Bu isim, kimin duygusuna, kimin kırılganlığına dokunuyor? Kim görünür, kim görünmez kılınıyor?” diye sorar. Ev içi bakım emeği, göçmen kadınların gündelik hayatta üstlendiği riskler, kayıt dışı temizlik işçileri… Empati olmadan strateji mekanik kalır; strateji olmadan empati sonuç doğurmaz. “Emek isim”i sahici kılan, bu iki teraziyi aynı anda tutabilmek.

İsmin gölgesi: Romantizasyon, beyaz yıkama ve “emeğe saygı” kitschi

Gelelim işin en tartışmalı kısmına. “Emek” bazen bir beyaz yıkama aracına dönüşüyor: Sert çalışma koşulları “fedakârlık” diye parlatılıyor; düşük ücret “sabır”la kutsanıyor. Kıyafete “workwear” deyip modaya çeviriyoruz, ama o kıyafeti giyen gerçek insanların sendika hakkına gelince susuyoruz. Emek temsili kolay; emek siyasetini taşımak zor.

Bir de “emeğe saygı” kitschi var: Sosyal medyada alkış emojileri, duvarlarda nostaljik fotoğraflar… Peki ya işten çıkarma olduğunda? Ya vardiyalar uzadığında? Ya kreş talebi duvara çarpıp düştüğünde? “Emek isim”in değeri, kriz anlarında belli olur. İsmi taşıyan kurum, zor zamanda hangi tarafı seçiyor: Kârın mı, çalışanın mı?

Yerel örüntüler: Hemşehrilik ağı mı, hak temelli örgüt mü?

Yerelde “emek” çoğu zaman güven ilişkileriyle yürür: “Bizim memleketten”, “bizim aileden”, “bizim çevreden”… Bu ağlar başlangıçta dayanışma sağlar; ama liyakat ve ücret adaletini gölgede bırakırsa, “emek” sözcüğü şekerli bir maske olur. “Emek isim” burada turnusol testidir: Hemşehrilik ağını hak temelli şeffaf süreçlere çevirebiliyor muyuz? İşe alım, prim, izin, terfi… Bunlar isimle değil, kuralla şeffaflaşır.

Sözleşme, sendika, söz hakkı: İsimden sözleşmeye giden yol

“Emek”i isme yazmak, ilk adımdır; ama asıl mesele sözleşmede, yönetmelikte, bütçede biter. Kreş desteği var mı? Esnek çalışma, gerçekten çalışan lehine mi, yoksa belirsiz mesainin adı mı? Sağlık ve iş güvenliği kağıt üzerinde mi, sahada mı? İnisiyatif mekanizmaları işliyor mu; yani çalışan, süreçleri değiştirecek kanallara sahip mi? “Emek isim ne demek?” sorusunun en dürüst cevabı, bordroda ve toplu sözleşmede yazandır.

Stratejik aklın provası: Ölç, kıyasla, değiştir

Erkeklerin sık başvurduğu strateji ve problem çözme merceğini ciddiye alalım:

— Ücret/yaşam maliyeti oranı ne?

— İş kazası sıklığı nasıl?

— İşten ayrılma oranı ve nedeni ne?

— Kadınların ve gençlerin terfi oranı nedir?

— Sendikalaşma girişimlerine yaklaşım nasıl?

Bu göstergeler iyileşiyorsa, “emek” ismi ağırlığını taşımaya başlamıştır. Aksi halde isim, vitrindeki bir aksesuar olarak kalır. Strateji, “emek”i ölçülebilir kılar; bizi romantizmden çıkarıp hesap verebilirliğe taşır.

Empatinin ısrarı: Hikâyeler, bakım, kırılganlık

Kadınların empati merceği ise şu soruları dayatır:

— Kreş, regl izni, bakım izinleri var mı?

— Mobbing ve taciz bildirim hatları güvenilir mi?

— Göçmen ve mevsimlik işçilerin dil bariyerleri için destek var mı?

— Engelli çalışanlar için makul düzenlemeler sağlanıyor mu?

Bu sorular olmadan “emek” yarım kalır. Çünkü emek, sadece üretim bandında değil; bedenin, aklın ve duygunun bütününde üretilir. Empati, emeğin saklı odalarını aydınlatır.

Provokatif sorular: İsmin hakkını veriyor muyuz, yoksa ismimizi mi satıyoruz?

— “Emek” yazan kapının ardında asgari ücret bordrosu, fazla mesai ücreti ödenmeyen saatlerle mi dolu?

— “Emek” ile “sadakat” karıştırılıp eleştiri bastırılıyor mu?

— “Emek” adı altında gönüllülük suistimal ediliyor mu? (Gönüllü mü, ücretsiz iş mi?)

— “Emek” söylemi, kadınların bakım yükünü görünmez kılan bir sis perdesine mi dönüşüyor?

— “Emek” imajına yatırım yapanlar, aynı oranda sendika özgürlüğüne de yatırım yapıyor mu?

Bu sorular rahatsız edici biliyorum. Ama rahatlık, emeğin düşmanıdır; yüzleşme, dostu.

Peki ne yapacağız? İsmi omuzlayacak asgari ilkeler

1. Şeffaflık: Ücret skalası, terfi kriterleri, taciz/mobbing süreçleri herkesin erişimine açık olsun.

2. Temsil: Çalışan meclisleri, sendikalar, cinsiyet eşitliği komiteleri kağıt üzerinde kalmasın; bütçe ve yetkiyle beslensin.

3. Bakım hakkı: Kreş, bakım izinleri, esnek ve insan onurluğu gözeten mesai düzenleri zorunlu standart olsun.

4. Güvenlik ve sağlık: Kârdan önce can; prosedürden önce pratik. Denetim dışı tek bir köşe kalmasın.

5. Hesap verebilirlik: “Emek” adını kullanmanın yıllık etkisi raporlansın: Ücret farkları, kaza oranları, ayrımcılık şikâyetleri, düzeltici eylemler.

Son söz: “Emek isim” bir vaattir; ya tutulur ya tükenir

“Emek”i isme yazmak cesaret ister; çünkü söz verirsiniz. O söz tutulmazsa, isim kirlenir, semboller boşalır, güven erir. Tutulursa, bir kelime bir kuruma, bir topluluğa, bir şehre omurga olur. Benim iddiam net: “Emek isim”, romantik bir imge değil; ölçülebilir, duyulabilir, müzakere edilebilir bir standarttır. Stratejinin sert aklı ile empatinin sıcak kalbini aynı masaya oturtabildiğimiz ölçüde, bu standart yaşar.

Şimdi top sizde forumdaşlar:

— “Emek” adını taşıyan bir yerde gerçekten emek onuru hissettiniz mi? Nerede, nasıl?

— “Emek”e sığınıp hakları budayan sahtekârlıklara şahit oldunuz mu?

— Stratejik göstergelerle empatinin hikâyeleri nerede buluştu?

— “Emek”i isim olmaktan çıkarıp pratikte nasıl görünür kıldınız?

Hadi, cilayı kazıyıp çekirdeğe inelim. Çünkü “emek”, doğru telaffuz edildiğinde yalnızca duyulmaz; çalışma saatlerinden eve döndüğümüzde bedenimizde, ilişkilerimizde, kentimizin sokaklarında hissedilir. Ve asıl imza, tabelada değil, oradadır.