Ilay
New member
Yönetici Kime Şikayet Edilir? Ofis Krallığının En Eğlenceli Savaşı
Ofis denen evrende herkesin bir “hikayesi” vardır. Kimisi sabah kahvesini döken arkadaşını bile “kurumsal sabotaj” olarak görür, kimisi de yöneticisinin “biz bir aileyiz” sözünü duyunca gizlice iş ilanlarına bakar. Ama bazen öyle bir noktaya gelinir ki... insanın içinde bir ses yükselir: “Tamam da, bu yöneticiyi kime şikayet edeceğiz?”
İşte o an, kahve makinesinin önünde fısıltılar başlar. “İK’ya mı gitsek?”, “Direkt CEO’ya mı mail atılır?”, “Anonim kutuya not mu bırakalım?”, “Yoksa LinkedIn’de pasif agresif bir paylaşım mı yapsak?”
---
1. Yöneticiyi Şikayet Etme: Cesaret mi, Çılgınlık mı?
Yöneticiyi şikayet etmek, bazı ofislerde ekstrem spor kategorisindedir. Paraşütle atlamaktan farksız: yanlış adımda düşersin, ama doğru yaparsan efsane olursun.
Bir çalışan için bu süreç hem stresli hem stratejik olabilir. Zira mesele sadece “şikayet etmek” değil, nasıl ve kime şikayet edileceğidir. Çünkü bazen o “kime” dediğin kişi de yöneticinin en yakın kahve arkadaşı çıkar.
Bu noktada devreye ofis psikolojisi girer. Erkek çalışan genellikle stratejik plan kurar: “Önce e-posta delillerini toplarım, sonra İK’ya profesyonelce yazarım.” Kadın çalışan ise genellikle durumu ilişki bağlamında değerlendirir: “Acaba önce konuşsam mı? Belki farkında bile değildir...”
Ama dikkat: bu bir cinsiyet genellemesi değil, bir yaklaşım çeşitliliği meselesi. Çünkü bazen en empatik görünen kişi, en zekice stratejiyi kurar; bazen en soğukkanlı duran kişi, kahve molasında patlar.
---
2. İK: Ofisin Sivil Mahkemesi mi, Yoksa Ara Hakemlik Kurumu mu?
Çoğu insanın aklına ilk gelen adres: İnsan Kaynakları.
Ama orası gerçekten “adil bir mahkeme” mi, yoksa “dengeleri koruma merkezi” mi?
İK’nın rolü genellikle hem çalışanı hem yöneticiyi korumaktır. Yani bir nevi “çocuk kavgasında anne” konumundadır: kimseyi üzmek istemez ama birini odasına çağırır.
Gerçek hayatta İK’ya yapılan şikayetler üçe ayrılır:
1. Belgeli şikayetçiler: Ekran görüntüsü, mail, ses kaydı, hatta kahve bardağındaki yüz ifadesine kadar kanıt taşır.
2. Duygusal şikayetçiler: “Bana şöyle dedi”, “Bakışları bile küçümsüyordu” der.
3. Stratejik sessizler: Hiç konuşmaz ama bir gün sessizce istifa mektubunu bırakır.
Her üç tip de sistemin parçasıdır, çünkü ofis sadece iş yeri değil, küçük bir toplumdur.
---
3. Peki Ya Yöneticinin Üstü? “Boss’un Boss’u”
Bazı durumlarda İK yeterli olmaz. Hele ki yöneticiniz, şirkette “dokunulmazlar listesi”ndeyse... O zaman devreye girer “boss’un boss’u”.
Ama bu aşama dikkat ister. Çünkü yukarıya yapılan şikayet, yukarıdan geri dönebilir — hem de hızla.
Bu noktada strateji sanatına giriş yapıyoruz:
- Doğrudan suçlamak yerine durumu anlatmak etkili olur.
- “Şu kişi kötü” demek yerine “Bu davranış beni ve ekibi olumsuz etkiliyor” demek daha kurumsal bir dildir.
- Eğer yöneticiniz, “geri bildirim” kelimesini yalnızca yıllık performans formunda duyduysa, diplomasi en iyi silahınızdır.
---
4. Mizahın Gücü: Gülerek Dayanmak
Ofiste bazı şeylerle başa çıkmanın en etkili yolu mizah olabilir.
Kimi çalışan yaşadığı her sıkıntıyı bir “ofis sitcomu”na dönüştürür. “Bugün yöneticim yine benim fikrimi kendi fikri gibi sundu — 4. sezon, 3. bölüm!”
Mizah sadece kaçış değil, aynı zamanda psikolojik dayanıklılık aracıdır.
Gülmek, kontrol hissi kazandırır. Ve bazen kahkaha, şikayetten daha etkili bir protestodur.
Ama tabii ki her şeyin bir sınırı var. Mizah, durumu normalleştirmemeli. Gülüp geçmek kolaydır, ama bazen geçmemek gerekir.
O ince çizgiyi fark etmek, olgun bir profesyonellik göstergesidir.
---
5. Gerçek Hikayelerden Öğrenmek
Bir mühendis, yöneticisinin sürekli projeleri kendi adıyla sunmasından bıkıp belgeleriyle birlikte İK’ya gider. İK, durumu yöneticiye “geri bildirim” olarak iletir. Sonuç? Yönetici ertesi hafta takdir maili atar: “Bu projedeki katkılarından dolayı teşekkür ederim.” Küçük bir zafer ama büyük bir mesaj.
Bir satış temsilcisi ise yöneticisinin mobbing davranışlarını rapor eder, ancak İK’dan beklediği desteği göremez. Birkaç ay sonra şirket değiştirir. Yeni yerinde “insan gibi yönetilen bir ortam”da çalışmaya başladığında, “Bazen en iyi şikayet, kapıyı kapatıp gitmektir” der.
Bu hikayeler bize şunu gösterir: her ofis, kendi küçük evrenidir; her yönetici, kendi iklimini yaratır. Ve bazen o iklimden çıkmak, en doğru stratejidir.
---
6. Peki Ne Öğrendik?
- Şikayet etmek zayıflık değil, sınır çizme hakkıdır.
- Empati, stratejiyle birleştiğinde çözüm üretir.
- Her kurumda adalet aynı hızda işlemez, ama doğru anlatım fark yaratır.
- Mizah, tükenmişliğe karşı bir kalkandır — ama asla bir sessizlik bahanesi değildir.
Ve belki de en önemlisi: yöneticiyi şikayet etmek aslında bir kişiyi değil, bir kültürü sorgulamaktır. Eğer bir şirkette insanlar yöneticilerini şikayet edemiyorsa, orada yalnız yöneticiler değil, sessizliğe gömülmüş potansiyeller vardır.
---
Son Söz: “Kime Şikayet Edeceğiz?”
Belki de bazen cevap çok net değildir.
Kimi zaman İK’ya, kimi zaman yöneticinin üstüne, kimi zaman da sadece kendi vicdanına anlatılır mesele.
Ama her durumda önemli olan, sesini kaybetmemektir.
Çünkü bir gün biri kahve makinesinin önünde şöyle diyecektir:
“Yöneticimi şikayet ettim… ama önce kendimi susturmamayı öğrendim.”
Ofis denen evrende herkesin bir “hikayesi” vardır. Kimisi sabah kahvesini döken arkadaşını bile “kurumsal sabotaj” olarak görür, kimisi de yöneticisinin “biz bir aileyiz” sözünü duyunca gizlice iş ilanlarına bakar. Ama bazen öyle bir noktaya gelinir ki... insanın içinde bir ses yükselir: “Tamam da, bu yöneticiyi kime şikayet edeceğiz?”
İşte o an, kahve makinesinin önünde fısıltılar başlar. “İK’ya mı gitsek?”, “Direkt CEO’ya mı mail atılır?”, “Anonim kutuya not mu bırakalım?”, “Yoksa LinkedIn’de pasif agresif bir paylaşım mı yapsak?”
---
1. Yöneticiyi Şikayet Etme: Cesaret mi, Çılgınlık mı?
Yöneticiyi şikayet etmek, bazı ofislerde ekstrem spor kategorisindedir. Paraşütle atlamaktan farksız: yanlış adımda düşersin, ama doğru yaparsan efsane olursun.
Bir çalışan için bu süreç hem stresli hem stratejik olabilir. Zira mesele sadece “şikayet etmek” değil, nasıl ve kime şikayet edileceğidir. Çünkü bazen o “kime” dediğin kişi de yöneticinin en yakın kahve arkadaşı çıkar.
Bu noktada devreye ofis psikolojisi girer. Erkek çalışan genellikle stratejik plan kurar: “Önce e-posta delillerini toplarım, sonra İK’ya profesyonelce yazarım.” Kadın çalışan ise genellikle durumu ilişki bağlamında değerlendirir: “Acaba önce konuşsam mı? Belki farkında bile değildir...”
Ama dikkat: bu bir cinsiyet genellemesi değil, bir yaklaşım çeşitliliği meselesi. Çünkü bazen en empatik görünen kişi, en zekice stratejiyi kurar; bazen en soğukkanlı duran kişi, kahve molasında patlar.
---
2. İK: Ofisin Sivil Mahkemesi mi, Yoksa Ara Hakemlik Kurumu mu?
Çoğu insanın aklına ilk gelen adres: İnsan Kaynakları.
Ama orası gerçekten “adil bir mahkeme” mi, yoksa “dengeleri koruma merkezi” mi?
İK’nın rolü genellikle hem çalışanı hem yöneticiyi korumaktır. Yani bir nevi “çocuk kavgasında anne” konumundadır: kimseyi üzmek istemez ama birini odasına çağırır.
Gerçek hayatta İK’ya yapılan şikayetler üçe ayrılır:
1. Belgeli şikayetçiler: Ekran görüntüsü, mail, ses kaydı, hatta kahve bardağındaki yüz ifadesine kadar kanıt taşır.
2. Duygusal şikayetçiler: “Bana şöyle dedi”, “Bakışları bile küçümsüyordu” der.
3. Stratejik sessizler: Hiç konuşmaz ama bir gün sessizce istifa mektubunu bırakır.
Her üç tip de sistemin parçasıdır, çünkü ofis sadece iş yeri değil, küçük bir toplumdur.
---
3. Peki Ya Yöneticinin Üstü? “Boss’un Boss’u”
Bazı durumlarda İK yeterli olmaz. Hele ki yöneticiniz, şirkette “dokunulmazlar listesi”ndeyse... O zaman devreye girer “boss’un boss’u”.
Ama bu aşama dikkat ister. Çünkü yukarıya yapılan şikayet, yukarıdan geri dönebilir — hem de hızla.
Bu noktada strateji sanatına giriş yapıyoruz:
- Doğrudan suçlamak yerine durumu anlatmak etkili olur.
- “Şu kişi kötü” demek yerine “Bu davranış beni ve ekibi olumsuz etkiliyor” demek daha kurumsal bir dildir.
- Eğer yöneticiniz, “geri bildirim” kelimesini yalnızca yıllık performans formunda duyduysa, diplomasi en iyi silahınızdır.
---
4. Mizahın Gücü: Gülerek Dayanmak
Ofiste bazı şeylerle başa çıkmanın en etkili yolu mizah olabilir.
Kimi çalışan yaşadığı her sıkıntıyı bir “ofis sitcomu”na dönüştürür. “Bugün yöneticim yine benim fikrimi kendi fikri gibi sundu — 4. sezon, 3. bölüm!”
Mizah sadece kaçış değil, aynı zamanda psikolojik dayanıklılık aracıdır.
Gülmek, kontrol hissi kazandırır. Ve bazen kahkaha, şikayetten daha etkili bir protestodur.
Ama tabii ki her şeyin bir sınırı var. Mizah, durumu normalleştirmemeli. Gülüp geçmek kolaydır, ama bazen geçmemek gerekir.
O ince çizgiyi fark etmek, olgun bir profesyonellik göstergesidir.
---
5. Gerçek Hikayelerden Öğrenmek
Bir mühendis, yöneticisinin sürekli projeleri kendi adıyla sunmasından bıkıp belgeleriyle birlikte İK’ya gider. İK, durumu yöneticiye “geri bildirim” olarak iletir. Sonuç? Yönetici ertesi hafta takdir maili atar: “Bu projedeki katkılarından dolayı teşekkür ederim.” Küçük bir zafer ama büyük bir mesaj.
Bir satış temsilcisi ise yöneticisinin mobbing davranışlarını rapor eder, ancak İK’dan beklediği desteği göremez. Birkaç ay sonra şirket değiştirir. Yeni yerinde “insan gibi yönetilen bir ortam”da çalışmaya başladığında, “Bazen en iyi şikayet, kapıyı kapatıp gitmektir” der.
Bu hikayeler bize şunu gösterir: her ofis, kendi küçük evrenidir; her yönetici, kendi iklimini yaratır. Ve bazen o iklimden çıkmak, en doğru stratejidir.
---
6. Peki Ne Öğrendik?
- Şikayet etmek zayıflık değil, sınır çizme hakkıdır.
- Empati, stratejiyle birleştiğinde çözüm üretir.
- Her kurumda adalet aynı hızda işlemez, ama doğru anlatım fark yaratır.
- Mizah, tükenmişliğe karşı bir kalkandır — ama asla bir sessizlik bahanesi değildir.
Ve belki de en önemlisi: yöneticiyi şikayet etmek aslında bir kişiyi değil, bir kültürü sorgulamaktır. Eğer bir şirkette insanlar yöneticilerini şikayet edemiyorsa, orada yalnız yöneticiler değil, sessizliğe gömülmüş potansiyeller vardır.
---
Son Söz: “Kime Şikayet Edeceğiz?”
Belki de bazen cevap çok net değildir.
Kimi zaman İK’ya, kimi zaman yöneticinin üstüne, kimi zaman da sadece kendi vicdanına anlatılır mesele.
Ama her durumda önemli olan, sesini kaybetmemektir.
Çünkü bir gün biri kahve makinesinin önünde şöyle diyecektir:
“Yöneticimi şikayet ettim… ama önce kendimi susturmamayı öğrendim.”